29 Ağustos 2010 Pazar

Kana Susamış Bir Vettel!

*Vettel ne diyeyim ben sana Allah'ından bul ulan! Tuttuğum pilotun yarışına, hatta tüm senesine, belki de kariyerine ne kastın var be. Bu ne hırs ulan ortalığı birbirine kattın, herşeyi bıraktım milletin canına kastın olduğunu düşünmeye başladım.

*Button'a üzüldüm, hem de çok. Ah Vettel tam sopalıksın ulen!

* Alonso için de üzgünüm, son zamanlarda iyice gözümden düşse de eski alışkanlık, vazgeçemiyorum. Yine de kazanmasını istiyorum. Ama yarış dışı kalana kadar güzel ataklar izledik Alonso'dan, en azından yarışı keyifli hale getirdi.

*Onu bunu bırakalım da herşeye rağmen güzel bir yarıştı, çok heyecanlıydı (Vettel sağolsun!) Hatta bu sezonun en hareketli yarışlarındandı.

* Kobayashi'nin aldığı puan Japon yanımı ziyadesiyle mutlu etti. Hadi bakalım hedef podyum:)

*Hamilton seni sevmiyorum sevemiyorum. Bundan sonrası için Button'ın şansı oldukça azaldığından sana karşı Webber'i tutabilirim, haberin ola :)

* 2 hafta sonra İtalya'da Vettel'in durulması dileğiyle sonlandırıyorum^^

24 Ağustos 2010 Salı

Günlük gibi değil gibi...

* Bugün 8 yazıyla sekiz kez evet yanlış duymadınız ssssseeeekiiiizzzz kez otobüse binerek yine kendime ait 5 kez otobüse binme rekorunu egale ettim. Bir sonraki hedefim rekorlar kitabına girmek.

* Eve dönerken Notre Dame'ın Kamburu'nda Quasimodo (acaba doğru mu yazdım ama gugıllayamıcam şimdi) rolü için teklif aldım, bir kaç kişi üzerime bastı aldırmadım. Bundan sonraki hayatımı sürüngen olarak geçirmeyi planlıyorum. Çok yorgunum ulan!

* Kargo şirketleri bok gibi şeylermiş afedersin. Adam olun delüğanlu olun verdiğiniz sözü tutun ibişler!!! Mersinlerden arkadaşım ViAyPi (VIP) ilen yollamış, arkadaşım veri important pörsındır demiş, verilen saatten 2,5 saat geç getiren yurtiçi kargoyu burda ifşa ediyorum, ayrıca 1 gün gecikerek daha da bokunu çıkaran PTT Kargoya laflar hazırladım!

* Bugün İzmir'i yine sevdim, daha da çok sevdim. 52864 kişiye gubuk sorular sordum, hepsi sabırla cevapladı, yönlendirdi sağolsunlar. İçerde müşteri beklediği halde dükkanından dışarı çıkıp yol tarif eden bakkal amca, aptal sorularımla beynini siktiğim halde sabırla cevaplayan şoför amca, benimle kargo şirketine kadar yürüyen teyze, Hatay'da durakta ettiği yardım yetmiyormuş gibi Buca'da inince yanıma gelip hangi otobüse bineceğimi gösteren arkadaş, hepinize kokulu öpücükler. (Ay pardon kendimi bir an Seda Sayan sandım)

*Neyse ki bugün bolca rüzgar esti, ama yine de amele yanığı olmaktan kurtulamadım.

*Bugün bir kez daha "90 dkda ikinci otobüs beleş" olayına şükrettim. Yoksa bilanço çok daha ağır olabilirdi!

* Bugün ne öğrendim? Bir kez daha evrak işlerinin boktan işler olduğunu öğrendim.

*Günün özlü sözü: Siz siz olun kimseye söz vermeyin!

* Günün sorusu: Eve gelir gelmez dizi indirmeye başlıyorsam durum ne kadar vahimdir? Gerçekçi olun lütfen!

19 Ağustos 2010 Perşembe

Watashi wa Himono Onna Desu!

Korkmayın bilmeyenlere bu başlığın anlamı açıklanacak, hatta yazının amacı bu. Şimdi ben bu tür uzak doğu mevzularını diğer blogda hallediyorum malumunuz, ama bu sanıldığı gibi uzak doğuyla ilgili değil tamamen kişisel bir yazı olcek.

Dün sonunda Hotaru no Hikari'ye başladım. Blogu takip edenler biliyordur eminim ama bilmeyenler için bilgi verirsek, romantik komedi türünde bir jdrama (yani japon dizisi). Dün başlamama rağmen gece 6 bölüm izledim, az sonra da devam edicem umarım, diziyle ilgili yakında diğer blogumda bir şeyler yazarım zaten ama buraya almamın nedeni şudur. Dizideki kızımız için kullanılan bir tabir "himono onna". Bense izlerken dehşet içinde bir himono onna olduğumu fark ettim!!! (Bu blogda daha önce yazdığım şu bilgisayarla ilgili yazımda da hikikomori olduğumu fark etmiştim, vahh bana)

Şimdi himono onna'nın ne olduğuna maddelerle ve resimlerle bakarken, o özelliği taşıdığımı kanıtliciim sizlere. Bunu bir himono onna testi olarak düşünüp, siz de öyle olup olmadığınıza bakabilirsiniz. Başlamadan da şu bilgiyi vereyim, yalnız yaşıyorum. Hadi bakalım o zamannn!



* İlk özellik 20li yaşların ortasında bir bayan olmak! Ben 23 yaşındayım ama az kaldı sayılır o yüzden çekinmeden tick atılmıştır!




* 2.si ise işte süslü, parlak giyinip eve gelir gelmez ışık hızıyla pijamaları geçirmek. Saçları samuray tarzı tepeden toplamak. Evet doğru tahmin, tamam çok süslü değilim ama en azından sıkça topuklu giyerim, eve gelince ise üstümdekilerle 5 dk bile durmam ilk işim odama koşup onlardan kurtulup, aptal piyamalarımı giyip, makyajımı silmek olur. Saçımı tepeden toplar yada topuz yaparım. Popo kaşımaktan da bahsetmiş, dürüst olalım, prenses ayağına yatmayalım, hepimiz yapmışızdır (lütfen yaptığınızı söyleyin). Bir tick daha:(



*3.sü çerez, bira, abur cubura vermek kendini. Dışarı çıkmamak, işten doğruca eve gelmek. Bu noktada fena değilim. Birayı evde içmeyi sevmem pek, bir de o kadar asosyal değilim, ama şu aralar arkadaşlarım teker teker yuvadan uçtuğundan daha bir ev kuşuyum genele göre. O yüzden bu maddeye yarım tick atıyoruzz.




*4.sü abur cubur, dergi, manga dağının arasında yastığa sarılıp yuvarlanmak, herşeyi elini uzatıp rahatça ulaşabileceğin mesafeye koymak. Bu maddeyi biraz daha farklı olsa da uyguluyorum. Yastık ve minderler ayrılmaz arkadaşım, bu madde tamam. Abur cubur yerine sigara, yanında bazen su bazen kola, bu da tamam. Mangaları bilgisayardan okuyorum, yani tüm o dergi yığını yerine emektar laptop'umu koyarsak bu madde de tamam. Tick atıldı.



*5.si ise kendi kendine, televizyonla yada bahçeye gelen kediyle konuşmak. Ben sadece tv değil, laptoptan bilgisayara daha geniş bir alanda bu maddeyi uyguluyorum. Daha da acısı, geçenlerde her zamanki gibi laptop başındayken(!) balkondan kumru sesi duydum, bir yandan yavaşça ürkütmeden tombik kumrulara yaklaşmaya çalışırken, bir yandan ağzımla kumru sesi çıkarmaya çalıştım!!! Ardından da konuşmaya başladım "Oy sen benim yalnızlığımı paylaşmaya mı geldin tombik kumru, kaçma benden" şeklinde(bunu gerçekten yaptım, çok utanıyorum bakmayın) Allah'tan en üst kattayım, umarım kimse duymamıştır. Yoksa deli gömleğini üzerime geçirmeleri an meselesi! Bu maddeye de kocaman bir tick atıldı!



Puanlama: 0-2 tick:Kurtuldun himono onna değilsin'
2-3.5 tick: Dikkat et, her an himono onna olabilirsin!
3.5-5 tick: Üzgünüm sen de bendensin!

Kıssadan hisse: Evet 4.5 tickle malesef ben bir himono onnayım, hatta dizideki Hotaru benden çok daha iyi vaziyette. Şu blogu açmak bana yaramadı valla, hergün yeni bir boktan özelliğimi/rahatsızlığımı farkediyorum. Hadi bakalım, sizler ne kadar himono onnasınız. (Bu ne be, internetteki salak testlere döndü burası)
İşte sonum böyle olacak!

13 Ağustos 2010 Cuma

Çakıl Taşları - Farklı Bir Gençlik Dizisi


Herhalde son bir kaç senedir tek sevdiğim Türk dizisi oldu bu. Yani sevdim derken öyle delicesine takip ettiğim, ayılıp bayıldığım yok, ama gönül rahatlığıyla beğendiğimi söyleyebilirim.
2 hafta kadar önce annemleri ziyarete gitmiştim. Eh benim de tek tv izlediğim zamanlar o zamanlar oluyor, kendi evimde toz bağlıyor tv, açtığımda da film izliyorum genelde. Neyse kanalları dolaşırken Fox Tv'de dizinin açılış jeneriğine rastladım, baktım görüntüler hoş, müzik olarak da hemşehrim Umut Kaya'nın şarkısı çalıyor (ki dizinin tüm müzikleri de ona aitmiş) dedim ben biraz kalayım bu kanalda.

Şu aralar 145. sezonuyla boku çıktığı halde devam eden Kavak Yelleri ve ilk bölümden sıçıp her hafta sıvamaya devam eden Küçük Sırlar ibişkosunun "gençlik dizileri" olarak yayınlandığı şu zor günlerde bana çok daha eli yüzü düzgün geldi. Aslında bu ne kadar doğrudur bilemiyorum çünkü sadece 3. bölümünü izleyerek yapıyorum bu değerlendirmeyi.

Şimdi konuya değinelim kısaca, dizi aslında bir filmden esinlenerek çekilmiş, bana göre en takdir edilesi özelliklerinden biri bunu saklamayıp esinlendikleri kişilere kapanış jeneriğinde teşekkür etmeleri. Biz çalıp çırpmaya alışkın olduğumuzdan bana oldukça ilginç geldi bu. Konumuz kısaca üniversiteyi kazanamayanların öyküsü. Hep kazananlar anlatılıyor, bir de diğerlerinin hikayesini anlatalım denmiş sanırım. Bu kazanamayan 5 kişilik ekibin yolu bir hoca ile ve dolayısıyla birbirleriyle kesişiyor. Bu hocadan eğitim alırken sadece sınava değil hayata da yönelik pek çok şey öğreniyorlar. Görünüşe göre yavaşça dostlukları da güçlenecek, şimdiden öyle gibi zaten. Bu 5 genç aynı zamanda ailelerine de kazandıkları yalanını söylüyor, onu da not düşelim.

Dizinin kaliteli bir oyuncu kadrosu var. Bunun yanında ben en çok komedi yönünü sevdim, özellikle 3. bölümde kahkahalarımı tutamadım. Dizide sadece yakışıklı çocuk bulalım denmemiş, başroldeki mavi gözlü çocuk beni çok da eğlendirdi açıkçası. O ve ailesinin olduğu sahneler ekstra eğlenceliydi. Umut Kaya'yı çok sevmezdim ama şarkıları bu diziye çok yakışmış.

Zamanla bozmayacağını umuyorum, tutunabilirse ve özünü koruyabilirse bence süper olabilir.
Bu yazıyı da Fox'ta rastlayınca yazmaya başladım, yani an itibariyle açıp şansınızı deneyebilirsiniz. Bu da sanırım ilk ve son Türk dizi tanıtımım olacak, haydi görüşürüz^^

8 Ağustos 2010 Pazar

Inception/Başlangıç- Adamlar Yapmış Yine!




Bir süredir her yerde adını duymaktaydım bu filmi. Geçen sene olsa hemen araştırırdım kimler oynuyor, yönetmen kim, konu ne, hemen fragmanını da izlerdim. Ancak bu sene Hollywood'dan uzaklaştığım için bu tür şeylerden haberim olmuyor haliyle. Astrea ile gitmeye karar verdik nitekim, Prestij'in yönetmeninden olduğunu duyunca zaten bizim için olay bitmişti. Christopher abime olan sonsuz güvenimden dolayı kendimi tereddütsüz bilet alırken buluverdim.


Benim milyonlarca düşme tehlikesi atlatmam, türlü çeşit sakarlıklarım, kovalarla dolaşan çingene çocuklar gibi bir dizi irili ufaklı tehlikeyi atlattıktan sonra sinema salonunda koltuklarımıza kurulmayı başardık. Özellikle filmle ilgili hiçbir şey okumadan gittim ki herşeyi filmde göreyim sürpriz olsun, heyecan olsun. Film başlar başlamaz bana küçük bir sürpriz yaptı. Baktım "Çotto" falan diyorlar, "Aha" dedim "Japonca konuşuyu ya bunlar" heyecanlı bir sesle. İkinci sürpriz ise ekranda gördüğüm tanıdık bir çekik oldu, hemen Astrea'ya büyük bir coşkuyla dönüp "Ken Watanabe bu yauu, çok benziyor". Kendisi sevdiğim çekiklerdendi, hatta diğer blogumdaki Kalbe Zarar Japonlar yazımda mansiyon kısmında adını geçirmiştim yanlış hatırlamıyorsam. Nitekim Astrea eve gidince derin araştırmalara girmiş ve tahminimin doğru olduğunu görmüş. Bu benim için filme 1-0 önde başlamak demekti, ne yapmış etmiş yine Japonlarla alakalı bir şeyler bulmuştum.




Büyüksün Ken abi :)

"2 saattir konuşuyorsun bir Inception demedin" dediğinizi duyar gibiyim. Tamam artık filme dönelim, önce kısa bir özetlersek. Film benim gibi Freudsever, bilinçaltı ve rüya mevzularına meraklı kişicanlar için pek çok şey vaadediyor, nitekim dostum Astrea da öyle olduğundan filmden gayet keyif aldık. İkimiz de film izlerken çenesini tutamayan insanlar olmamıza rağmen bir süre sonra kaptırdık kendimizi ve konuşmaları kaçırmamak için suspus filme dalıverdik. (Tabi ben salonda her sessizlik olduğunda bağırarak konuşmamla çeşitli rezilliklere imza attım, gülme krizimizden bahsetmiyorum bile)


Film insanların rüyalarına girmenin mümkün olduğu bir dönemde geçiyor. Leonardo'nun oynadığı karakter de bu alanda çalışan arkadaşlardan biri. Ancak o bu konuda fazlaca uzmanlaşmış, deyim yerindeyse aşmış. Rüya içinde başka rüyalar da yaratabiliyor, hatta daha ileri giderek rüya esnasında o kişiye sahip olmadığı düşünceleri bile aşılama gibi istekleri var. Peki aksiyon nerde başlıyor? Leo'nun karakteri (adını hatılayamıcam idare edin) çocuklarından ayrı kalmış bir şekilde, amacı onların yanına dönmek. Bu yüzden de Ken abimizle bir anlaşma yapıyor, buna göre Ken abinin seçtiği birine 3 katmanlı bir rüya hazırlayacaklar ve o esnada bir fikir ekicekler arkadaşımızın beynine. Tabi bu kapsamlı bir çalışma gerektiriyor, öyle ha deyince yapılamıyor. Bu yüzden Leo sağlam bir ekip kuruyor. Filmin kalan kısmı ise bu operasyonun hazırlıkları ve ardından 3 katmanlı rüya operasyonu ile geçiyor. Hızlı ilerleyen bir film Her Christopher Nolan yapımı gibi, sıkılmadan 2 küsur saat izletiyor kendini.





Gelelim benim düşünceme, filmi gerçekten severek izledim, hatta son zamanlarda Hollywood'dan çıkan en sağlam, eli yüzü düzgün yapım. Ancak öyle çok şaşırtıcı, allak bullak edici olaylar yok, yani izleyicinin beynini öyle delicesine çalıştırmıyor yada aklını bulandırmıyor. Bu açıdan hala Prestij'i tek geçerim. Ancak filmden böyle bir beklentiniz yoksa çok severek izleyeceğinize de eminim çünkü rüyalar, bilinçaltı ve tüm bunların görsel efektlerle aktarımı çok etkileyici. Rüya sahneleri ayrıca güzel, ben hayran kaldım şahsen. Konu beklentilerimizden çok da farklı ilerlemiyor. Ancak şu planlanan rüyanın ayrıntıları seyirciye aktarılmadığından o kısımları merakla ve yer yer şaşırarak izlediğimi söylemeliyim. Sonuç olarak kesinlikle tavsiye edebileceğim, çok sağlam bir film var karşımızda. Mümkünse sinemada izleyin o efektlere yazık olmasın diyorum. Şiddetle tavsiye edilir :)


Astrea'ya Not: Taylor (iş arkadaşım) doğru demiş, Inception'ın anlamı Başlangıç, hatta fikir ekme gibi ikinci bir anlamına rastlamadım. Sanırım Türkçe'ye ordaki cümleyi en uygun bu şekilde çevirdiler o yüzden kelime biraz anlamı dışına çıkmış olmalı. Aha da anlamı için: