24 Kasım 2010 Çarşamba

Öğretmenler Günüm(üz) Kutlu Olsun!



Sabır taşı, cefakar pek sevgili meslektaşlarım!
Öğretmenler günümüz kutlu ola:) Kutlayan herkese binlerce öpücük, teşekkür burdan. (İlk kutlayanlardan astrea'cım sensei'sini unutmamış, ayrı bir teşekkürü haketti^^)
Biz dün kutladık öğretmen arkadaşlarla, güzeldi. Aileden, arkadaşlardan gelen tebrikler de güzeldi ama sanırım en değerlisi öğrenciden gelen bir mesaj, yada çiçek oluyor. Emeğinin karşılığını almak gibi, iyi hissettiriyor:D
Arada Zetsubou sensei gibi delirip "Zetsuboshitaaa(Umutsuzluk içindeyim)" diye bağırsam da güzel şey öğretmenlik be!
Tüm meslektaşlarıma kokulu öpücükler:))



22 Kasım 2010 Pazartesi

Zırvalar

Aklımda yazacak tonla şey olduğu halde yazamıyorum. Şu bilgisayarın başından kalkmak istiyorum, kalkamıyorum. Evde olduğum her anı başında geçirince kendimi çok gereksiz ve faydasız hissediyorum. Zaten hayattan hiç bir beklentim de yok. Ortada belli bir sıkıntım, derdim yok ama hiç bir amacım da yok. Çalışıyorum, iş saatlerim rahat, iş ortamım çok eğlenceli ama geleceğe dair hiç bir beklentim, hedefim olmayınca kendimi çok boş hissediyorum. Niye yaşıyorum ki lan ben?!

Sanırım her an dertsiz başıma dert alıp bunalıma girebilirim. Beni en mutlu eden şey yeni başladığım dizinin fos çıkmaması, izlediğim filmi beğenmem, okuduğum manganın yeni chapter'ının gelmesi olmuşsa o işte bir bokluk var mıdır? Bir yandan da sanki herkes benim gibi ama yok ya ben feciyim (yazı giderek anlamsızlaşmaya başladı) Arkadaşlarıyla içerken insan "Ben o dizinin en son kaç bölümünü indirdim, yatmadan bir bölüm daha izlemeye vaktim olur mu?" diye düşünür mü? Ben geçen kendimi öyle yakaladım ve hiç de memnun olmadım bu duruma^^ Yalnız yaşayan biri olarak eve gelip salonda yerde beni bekleyen laptopumu görünce seviniyorum resmen, bunu millete anlatınca güldüler ama yok ya normal değil bu.

Bir gün benim laptopumdan ayırırlarsa ağzımdan köpükler çıkararak kriz geçireceğime eminim. Hikikomori olmak istemiyorum. Böhühüh
Neyse ben daha çok saçmalamadan kaçayım^^'

11 Kasım 2010 Perşembe

Okumak Güzeldir Mimi



Uzun zamandır yazamıyorum bloga, aslında aklımda bir ton konu var ama laptopun başına geçip de yazmak çok zor geliyor. Nette bir kaç tur atıp hemen filmlere gömülüyorum. Sessizliğimi bozan sevgili Düş Bahçesi'nin mimi oldu, madem dedim arkadaşımın aklına gelmişim, mimlemiş beni, tez elden cevaplamak gerek. Önce mevzu nedir öğrenelim bakalım.

Mim Konusu: Kitaplığınızın karşısına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin.

Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız -hediye gelmiş de olabilir- anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın.

Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu^^

55. sayfayı bulun, sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplamaları için gönderin.

---

Şimdi gelelim benim seçtiğim kitaba. Şanslıyım ki çok sevdiğim bir kitap geldi elime. Aslında illa ki sevdiğim bir kitap gelecekti çünkü daha az sevdiklerim annemlerin evinde, burda dönüp dolaşıp tekrar okuduklarım var. Günün talihlisi ise bence en başarılı Türk klasiklerinden tadına doyulamayan Kürk Mantolu Madonna. Yazarı ise talihsiz bir şekilde erken kaybettiğimiz Sabahattin Ali. 55. sayfa da şansıma öyle bir paragrafa sahipmiş ki, daha iyisi olamazdı sanırım. Eh artık buyrun, okuyun.

Kürk Mantolu Madonna ( Sabahattin Ali) 55. sayfadan:

"Büyük salonun kapıya yakın bir duvarının önünde birdenbire durdum. O andaki hislerimi, bilhassa aradan bu kadar seneler geçtikten sonra, anlatmama imkan yok. Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri seyredip geçenler, beni vücutlarıyla sağa sola itiyorlar, fakat ben olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?.. Bunu izah edemeyeceğimi biliyordum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade vardı. Bu çehreyi veya benzerini hiçbir yerde, hiçbir zaman görmediğimi ilk andan itibaren bilmeme rağmen, onunla aramızda bir tanışıklık varmış gibi bir hisse kapıldım. Bu soluk yüz, bu siyah kaşlar ve onların altındaki siyah gözler; bu koyu kumral saçlar ve asıl, masumluk ve iradeyi, sonsuz bir melal ile kuvvetli bir şahsiyeti birleştiren bu ifade, bana asla yabancı olamazdı. Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya'nın Nihal'inden, Vecihi Bey'in Mehcure'sinden, Şövalye Büridan'ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra'dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed'in annesi Amine Hatun'dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı. Yabankedisi derisinden bir kürkün içinde, gölgede kalmasına rağmen donuk beyaz rengi belli olan küçük bir boyun parçası, hafifçe sola dönmüş, beyzi bir insan yüzü vardı. Siyah gözleri anlaşılmaz, derin düşüncelere dalmış gibi yere bakıyor, adeta bulamayacağından emin olduğu bir şeyi son bir ümitle aramak istiyordu....."

Şanslı isimler kim olsun bilemedim yahu, blogspotta neredeyse herkese geldi bu mim, wordpress ahalisini çok mimledim kızcaklar bana^^ Şu ara herkes meşgul zaten yazmıyor kimse. O yüzden isteyen üzerine alınsın bu mimi diyerekten sıyrılıyorum bu dertten.