15 Mayıs 2012 Salı

Eski Türk Filmleri, Biraz da Vesikalı Yarim



Hepimiz eski Yeşilçam filmlerini severiz. En cool takılanımızın bile illa ki beğenip ayrı bir köşeye koyduğu bir tane vardır. Gerçek hayattan alabildiğine uzak diyalogları, hızlı gelişen olay örgüleri, fazlasıyla abartı oyunculuklarıyla sık sık dalga geçmişliğimiz var. Ancak bu filmleri bir janra ait olarak düşünürsek ve o zamanlar çekilen filmlerin gerçek hayattan uzak, hala tiyatronun etkisinden çıkamamış yapımlar olduğunu da kabul edersek, eleştirmekte pek de haklı olmadığımızı görebiliriz. Tabi Türk sineması Hollywood'u geriden takip ediyordu. Hollywood bu yukarda bahsettiğim türde filmleri çekmeyi 60larda yavaş yavaş bıraktı, 70lerde Godfather, Taxi Driver ya da Star Wars gibi filmler çıkardı. Biz ise bu dönem yukarda sıraladığımız türde filmleri çekmeye tam gaz devam ediyorduk.



İyi film çıkmadı mı? Tabi ki sürüyle şahane film de çekildi bu memlekette. Ancak yine de ben o zamanları biraz "kayıp" olarak niteliyorum. O kadar çok film çekilirken pek azının gerçek anlamda "film" olması yazık. Harcanan kaynakların pek çoğu aslında birbirinin neredeyse aynı filmlere harcanmış. Dikkat edersek bu filmlerin çok azında o zamanlar nasıl yaşadığımıza dair izler var, dış mekan çekimleri kısıtlı, çok dramatize karakterler olduğundan gerçek insanımızın nasıl olduğuna dair pek bir emare yok.



Başlıktaki filmi de diğerlerinden ayıran bu oldu aslında ve en sevdiğim Türk filmi olarak yerini uzun süredir koruyor. 

Yönetmen koltuğunda Lütfi Akad'ın oturduğu film, 1968 yapımı. Senaryosu ise Safa Önal'a ait. Senaryonun yazımına ilham verense Sait Faik'in Menekşeli Vadi adlı öyküsüdür. Öncelikle benim bayıldığım gibi siyah beyaz. Bir de iki büyük isim başrolleri paylaşıyor, Türkan Şoray ve İzzet Günay. Buna rağmen pek tanınmayan bir film olması ve tavsiye ettiğim kişilerin hiç birinin izlememiş olması şaşırtıcı, biraz da o yüzden uzun zamandır planladığım bu yazıyı yazıyorum.



Konusu ilk etapta klişe görünse de filmi aslen benzerlerinden ayıran gidişatından çok vurucu diyaloglar ve tabi ki Lütfi Akad'ın hünerli çekimleri. Konudan bahsettikten sonra bu kısma tekrar değineceğim.

İlk olarak Halil'le (İzzet Günay) tanışırız. Fakir bir mahallede manavlık yapmaktadır. Belki de tek eğlencesi ara sıra arkadaşlarıyla meyhaneye gitmektir. Halil muhafazakar bir ailede yetişmiştir ve evli ve çocukludur.

Yine arkadaşlarıyla meyhaneye gittiği bir günde başlar hikaye. Buradaki uzun diyaloglar o kadar gerçekçi ve o dönem filmlerinde görmeye alıştığımızdan farklıdır ki bence film daha bu sahneden kalitesini kanıtlamıştır. Halil'in karakterine dair ipuçları da alırız. Arkadaşlarından daha farklıdır, oraya sadece içmeye gelmiş gibidir, muhabbetin kötü yönlere çekilmesini pek hoş karşılamaz. Nitekim planlarda bir değişiklik olur, arkadaşları başka bir mekana uzanırken, Halil biraz daha demlenip, eve dönmekte karar kılmıştır.

Geri planda sürekli devam eden Türk Sanat Musikisi bir anda susar, meyhanedekilerin gürültüsü, hatta evrendeki tüm sesler de. Sabiha (Türkan Şoray) elinde sigarasıyla gelir ve filmin meşhur repliklerinden birini söyler, "Yakar mısın?"



Üst paragrafta bahsettiğim sahne bence Türk filmleri içindeki en güzel tanışma ve aşık olma sahnesi. Bunun ardından Halil ve Sabiha bir süre muhabbet ederler, ancak biz ilk bakıştan anlarız ki ikisi de birbirinden etkilenmiştir.

Bundan sonrası ise Halil ve Sabiha'nın trajik öyküsü. Evet bu film bir melodram ve dediğim gibi türün klişelerine rastlıyoruz. Ancak sırf bu yüzden filme mesafeli yaklaşmak haksızlık olur çünkü o kadar dolu dolu bir film ve tahmin edilebilen olayları o dönem için öyle alışılmadık yöntemlerle anlatıyor ki sevmemek benim adıma imkansızdı. Üstelik melodram sevmeyen biriyim.

Öncelikle diyaloglar dedik. Yeşilçam filmlerinde aşk genelde nasıl anlatılır bir hatırlayalım. İki genç bazen ilk görüşte aşık olurlar bazense kavga onları aşka taşır. Aşıkların ne de güzel aşık olduğu, birlikte ne mutlu olup, ne de güzel vakit geçirdiklerini kanıtlamak için hemen pamuk şekeri yiyen, sahilde el ele yürüyen ya da sinemada mutlu mesut film izleyen hallerini görürüz. Bir de olmazsa olmaz, aşıklar bir tepeye çıkar ve orda ağaca yaslanmış otururken birbirlerine aşklarını ifade ederler. Bu konuşmalar genelde şuna benzer "Senlen yeniden doğduğumu hissediyorum. Saadeti sende buldum." vb.



Bu filmde de arada böyle sahnelere rastlamıyor muyuz? Tabi ki rastlıyoruz. Ancak bunun dışında kalan pek çok sahne de var. Mesela, ilişkinin gerçek olduğunu hissediyoruz. Halil Sabiha'nın evine kalmaya geliyor. Sabiha geceliğiyle dolaşıyor, ev işleriyle ilgileniyor bazen. Beraber içki içiyorlar. Buna benzer pek çok sahne ikilinin sosyalliğin dibine vurup, ağaçlar arasında koşturarak değil, evde, kendi hallerinde ve gerçek bir ilişki yaşadıklarını anlatıyor. Marketten alışveriş yapıp mutfak dolaplarına aldıklarını yerleştirdikleri bir sahne vardır mesela. Sabiha o sırada Halil'e "Şimdi eve benziyor burası." der. Sabiha, Halil gelene dek yalnız yaşadığı bu yeri ev olarak görmemiştir ve bu itiraf aynı zamanda içten bir aşk itirafıdır.

Bu ve benzeri pek çok diyalogla süslü film aynı zamanda Şükran Ay'ın sesinden güzel şarkılarla anlatır hikayesini. Başta da bahsettiğim bir diğer güzelliği ise dış mekan çekimleridir. Bu çekimlerde gerçek İstanbul'u görürüz. Siyah beyaz görüntü, Lütfi Akad'ın kadrajları ve o dönemin İstanbul'u derken film daha da izlenir hal olur. Şehir efsanesi mi bilemem ama söylenene göre Akad bir sahnede arkadan vapur geçmesini istiyordur ve bu yüzden Kaptanı ayarlar. O dönemin alelacele çekilen filmlerinde pek rastlanmayan bir özen, evet. Gecekondu mahallelerine kadar görürüz filmde.



Mesela o dönem muhafazakar bir aile nasıl olur, İstanbul'un gece hayatı ne alemdedir veya arkadaşlar aralarında ne konuşur gibi başka filmlerde pek kolay rastlayamayacağımız detaylar da filmde kendine yer bulur.

Bu ve tüm diğer detayları, gerçekçi olay örgüsü ile Vesikalı Yarim, herkesin şans vermesi gereken bir klasik, şahsen ben defalarca izledim, size de tavsiye ederim.

Not: Bu yazıyı aslında geçen yıl yazıp, taslaklara atmışım. Gecenin bir yarısı bulup, fotoları ekleyip, paylaşmak istedim ve blogumun üzerindeki örümcek ağını az da olsa temizlemiş oldum.

15 yorum:

  1. ne güzel post bu!

    türk filmi olduğundan mıdır nedir ruhunu katmışsın ne güzel yazmışsın bayıldım ve ben de bir türk filmi aşığıyım!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim canım, demek filme olan sevgimi yansıtabilmişim:)

      Sil
  2. Filmi merak ettim bulursam izleyeceğim. Vesikalı Yarim mi filmin adı? Galiba izledim ben bu filmi ama mutlu sonla bitmiyordu sanırım. Tekrar bakmak lazım eline sağlık çok güzel olmuş yazın. Bloğun örümcek ağlarını temizlemeden de iyi olmuş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım izlemişsin canım ama yeniden izlemekten zarar gelmez. Bakalım artık sık güncellemek istiyorum umarım lafta kalmaz:)

      Sil
  3. ay en anlatacaktım ama cesaret edememiştim vesikalı yarim çok başka filmlerden biri sen de çok güzel anlatmışsın . benim filmde en çok ilgimi çekense sabiha nın onca ayrı kalma çabasına rağmen onsuz olamayacağını anlaması ve hastane de arkadaşıyla yaptığı o diyalog madem ki onsuz olamıyorum diye konuşuyor ya ne aptalmışım ben gibi sözler vardı tam hatırlayamadım :) bir de sonunda gidip ta halil i o manav dükkanın da ailesiyle görmesi falan velhasıl güzel ve de özel filmdir :) elllerine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her repliği şahane değil mi zaten:) Gerçekten çok özel bir film, o dönem sinemasını düşününce kolayca başyapıt diyebilirim:)

      Sil
  4. Mükemmel bir yazı!
    Ah Türkan Şoray *-* Hep en esaslı idolüm olarak kalacaksın...

    YanıtlaSil
  5. Teşekkür ederim öncelikle tanıtım için. Şimdi baktım benim için mahsuru yok ve değiştirmem gereken bir şey göremedim.
    Tekrar teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  6. türkan şorayy evet tek geçilcek isimlerden birisi türk sinaması deyince aklıma hep adile naşit münir abi geliyo :( hababam sınıfı geliyo
    ne güzel çocukluk geçirmişim ben şanslıymışım diyorum şimdiki nesile tv vizyonlarına bakarak..
    güzel post ellerine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet, çocukluğumuz güzeldi:)
      beğenmene sevindim sağol^^

      Sil
  7. yazı için çok teşekkürler harika olmuş
    türk filmi diyince benim aklıma hep arzu film ekolü gelir o arzu filmin çektiği kalabalık kadrolu filmlere bayılırdım kemal sunal , halit akçatepe , tarık akan , zeki-metin , münir özkul , şener şen , adile naşit , ayşen gruda hepsini toplayıp film çekmişler şimdi kim başarabilir ki bunu bu zamanın en büyük komedi yıldızları bir araya gelip böyle işler yapar mı ? egoları müsade etmez herşeyden önce ama o zaman da yapılmış bana göre arzu film sadece o zamanın değil gelmiş geçmiş en güzel filmleri yapmış

    kemal sunal , tarık akan , halit akçatepe , zeki-metin , münir özkul ve emel sayın'lı MAVİ BONCUK

    kemal sunal , halit akçatepe , zeki metin'li SALAK MİLYONER VE KÖYDEN İNDİM ŞEHİRE

    kemal sunal , şener şen , halit akçatepe , ayşen gruda , adile naşit'li Süt Kardeşler , Şabanoğlu Şaban , Tosun Paşa

    bu filmler nasıl unutulur ki ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim öncelikle, beğenmenize sevindim.
      Arzu film ekolü, Ertem Eğilmez filmleri benim de favorilerimdendir. Bence Türk sinemasında gerçek komedinin altın çağıdır. Çoğu filmin repliğini ezbere bilirim:)
      Bence de unutulmaz:)

      Sil
  8. Yanıtlar
    1. Buralardayım aslında ama sen yorum bırakınca fark ettim ki bildiğin yıl olmuş yazmayalı. Güncelleyeyim yakında, silkelediğin iyi oldu:)

      Sil